Uzm. Psk. Dan. Şükran Başarır
“Erkek” olmak da zor :
Bizim toplumumuzda erkeklerde farklı olmaya izin, onay, hoşgörü, destek hemen hemen hiç yok. Futbol oynamayan, küfretmeyen, sertlik göstermeyen, şiddet içeren bilgisayar oyunları oynamayan çocuklar okulda çoğunlukla yalnız kalıyor, yadırganıyor, diğer çocuklarla konuşacak ortak birşey bulamıyor. Sertlik göstermeyen, daha duygusal mizaçlı çocuklara “bebek, bebek” denebiliyor. Tabii böyle sert mizaçlı olmayan erkek çocuklar ya “Bende bir tuhaflık var” gibi hissediyor, ya olmadığı bir kimliğe uyumlanmaya zorluyor kendini, ya da sosyalleşemiyor, yalnızlaşıyor. Erkek çocukların tercihleri ve kimlikleri önce çizgi filmlerle, sonra diğer filmlerle, oyuncaklarla, hatta giysilerle şekilleniyor ve oldukça kısıtlanıyor.
Erkeklere toplum içinde de aile içinde de her şekilde “güçlü olmalısın, sert olmalısın” mesajı gidiyor.
Kız çocuklarına verilen “yumuşak, sakin, nazik, şevkatli ol” mesajı erkek çocuklara pek de yakıştırılmıyor. İnsanlarla ilgilenen, bakım veren, içimizdeki kırılganlıklarla, hassasiyetlerle temas eden mesleklere baktığımızda bu çok belirgin, toplum neden yakıştırmıyor erkeklere bakım vermeyi ve duygularını göstermeyi bunu iyi düşünmek, bunun önüne geçmek lazım. Önce insanız, sonra erkek ya da kadın, ama öyle bir yetiştiriliyoruz ki, cinsiyetimiz adeta insan oluşumuzun önüne geçen bir kimlik haline geliyor. Bu hem davranışlarımızı hem ruhsallığımızın derinliğini çok kısıtlayan bir hal. Erkekler kırılganlıklarının, hassasiyetlerinin, duygularının farkında olmadan büyüdüklerinde, duygularını anlamlandıramıyor, sahiplenemiyor, nasıl ifade edeceklerini bilemiyor ve kendilerini yatıştıramıyor, onlarca farklı duyguyu sadece öfke şeklinde yaşayıp o öfkeyi her şekilde gösterebilme cüretini gösterebiliyor.
Dürtü kontrolü erken yaşta başlar ya da başlayamaz:
Erkek çocuklara daha küçücükken herkesin içinde şortunu indirip herkesin gözü önünde denize ya da bahçede bir köşeye çişini yapmalarının toplumda makul görülmesinin bedelini hem erkek çocuklar hem toplum olarak daha sonraki yıllarda hepimiz çok ağır şekilde ödüyoruz bence. Küçük erkek çocuğa “Sen ihtiyacın olduğu anda rahatlayabilmelisin, kendini tutma, herkesin içinde de ihtiyacını görebilirsin, bu herkesin kabulu” mesajı gitmiş oluyor. Oysa kız çocuklarına “Kaslarını sıkmalısın, kendini tutmalısın, tuvalet bulana kadar beklemelisin, dürtüler durdurulmalıdır” mesajı gidiyor. Fizyolojik farklılıklar erkek çocukların lehine gibi kullanılıyor gibi görünse de aslında bu durum bazı erkek çocukların toplumsal yaşama uygun olacak şekilde engellenmeye karşı direnç, bekleme sabrı, ve dürtülerine hakim olma becerisi geliştirmelerini zorlaştırabiliyor.
Şiddeti o kadar mazur görüyoruz ki, tanımlayamıyoruz bile:
Lise öğrencilerine “Evde şiddet görüyor musunuz?” diye sorulduğunda büyük çoğunluğu hayır dese de şiddeti tek tek alt sorularla daha detaylı taradığınızda, “Anne babanız size tokat atar mı?”, “Kolunuzdan sıkıp sizi sarsar mı?”, “Anne babanız size bazen vurur mu?”, “Evde size hakaret eden, tehdit eden, suçlayan, aşağılayan biri var mı?” gibi sorulara gençlerin çoğunun evet dediklerini görebiliyoruz.
Şiddet dilde başlıyor:
Şiddet önce dilde normalleşiyor. Erkek çocuklar arasında hızla ve kontrolsüzce yayılıyor. Anne babalar da hatta okullar da uygunsuz dil/küfür kullanımı konusunda çocuklarla pek de sağduyulu konuşmuyorlar aslında, ya erkek çocuk/ergen oldukları için bir dereceye kadar normal karşılıyorlar, ya da çok büyük bir öfkeyle bağırıp çocuğa hemen büyük bir ceza veriyorlar. Ne göz yummak ne de aşırı abartılı tepkiler vermek sağlıklı yaklaşım olmayacaktır. Şu an ilkokul çocuklarının çok ağır küfürler ettiklerine tanık oluyoruz. Aslında küçük çocuklar küfürleri anlamını bilerek söylemiyor, ne olacak merakıyla uygunsuz şekillerde kullanıyorlar, gülünürse havalı sanıyorlar, büyüdüklerini düşünüyorlar. Onlarla küfürlerin anlamı tam da konuşulamıyor, ama çok ağır bir küfür olduğunu bir söylüyorsunuz şok olup ağlayıp korkup “Bilmiyordum” diyebiliyorlar. Ergenler de ya komik olmak, ya dikkat çekmek için, ya güçlü ve sert görünmek için ya da sadece diğer erkek çocukların çoğunluğundan farklı durmamak için küfredebiliyorlar. Aslında, küfür sözcüklerini bilmek başka, yerli yersiz kullanmak başkadır; adap bilmektir öğretilmesi-konuşulması gereken. Çok kelime seçeneğimiz var, uygun kelimelerden argoya, argodan ağır küfürlere. Kızgınlığınızı onlarca farklı şekilde söyleyebilirsiniz, çocuklar bunun farkında olmalı. Hakaretler var, kızgınlıkta söylenebilecekler var, asla söylenmemesi gerekenler var. Her şeyin olduğu gibi küfretmenin bile bir adabı olmalı; …………bunlar ergenlerle konuşulabilir.En kaba en ağır sözcükleri seçmek kendini ve duygunu en iyi şekilde ifade etmek değildir. Çocuklarla asıl bunları konuşabilmeliyiz.
Çocuklarla şiddet ve küfürle ilgili konuşmak:
Çok fazla utanç ve suçluluk aşılamadan onlarla konuşmak lazım. Yoksa konuşmak istemezler. Ancak konuşabilmek şiddeti önleyebilir, üzerine düşünülmeyen konuşulmayan dile gelmeyen paylaşılmayan duygular eyleme dökülecek hareketle ifade bulacaktır. Çocuklara da ergenlere de konuşma fırsatı sağlamak alan açmak bu yüzden çok önemlidir. “Ergenler konuşmuyor, hiçbir şey anlatmıyor” miti doğru değildir, ergenler elbette konuşur, konuşmaya çok da ihtiyaç duyar ama sizin onların tonuna ayak uydurabilmeniz gerekir. Ergenle konuşmak hassasiyet gerektirir, şevkat ve sağduyu gerektirir. Ergenler söyleyeceklerinizin içeriğinden önce, ne olursa olsun onun yanında olduğunuzu ve ona destek olmak istediğiniz samimiyetini hissedebilmek isterler.
Çocukları/ergenleri fanusta yetiştiremeyiz, elbette küfür duyacaklar, öğrenecekler, sertliğe haksızlığa maruz kalacaklar, onların da sert ve kaba davrandıkları olacak ama tüm bunları evde sağ duyulu şekilde konuşabilmek, bu olanları çocuğun zihninde onun da konuşmasına izin vererek işleyebilmek/anlamlandırabilmek lazım. Hayatta böyle şeyler var, böyle tercihleri olan böyle davranışları durduramayan insanlar var ama bu bir seçim ve hayatta küfür ve şiddet ve hakaret göstermeden insanca yaşayabilmek de var. Küfürle sertlikle değil, sağduyu, olgunluk ve nezaketle de güçlü olunabilir. “Güçlü” “havalı” “erkek” olmanın tanımını konuşabilmek, içini doldurabilmek önemli. Küfür “ergen dili” ya da “sanal ortamda küfretmek normal” şeklinde kabul görmemeli, böyle birşey yok. Böyle kabul edersek küfür diline destek olmuş oluruz. Kritik olan küfür sözcüklerinin nerede kime nasıl ne sıklıkta kullanıldığı. Sadece erkekler arası bir whatsapp grubunda ya da oyun grubunda oranın dili olduğu için “kısaltmalı küfürler” yazmak başka, başka kızların da olduğu büyüklerin de olduğu ortamlarda dümdüz küfretmek başka, toplumsal mekanlarda yerli yersiz küfretmek başka, sadece öfke patlaması anında küfretmek başka.
Okullarda şiddet:
Değerlere ilişkin eğitim aslında ailede başlar, evde verilmeyen bir şeyin okulda verilmesini beklemek çok da gerçekçi değildir. Ama okullarda da şiddete sıfır tolerans olmalıdır. Tüm çocuklar ve tüm veliler bunu bilmeli ve herkes bu konuda sorumluluğunu almalıdır. Başka türlü şiddetin önüne geçilmesi imkansız olacaktır. Okullarda şiddete yönelik eğitim çok küçük yaşlardan itibaren verilmelidir, çünkü bu konuya hassasiyet o yaşlarda oturmazsa ileri yaşlarda dilin ve alışkanlıkların değiştirilmesi epey zor olabilmektedir. “He for she” (toplumsal cinsiyet eşitliğinin yaygın hâle getirilmesi için başlatılan dayanışma hareketi) etkinliklerinin desteklenmesi okullarda çok küçük yaşlardan itibaren yaygınlaştırılmalıdır, ve okullarda sadece şiddet uygulayanlara ceza verilmekle kalınmayıp okul ortamında şiddeti görüp sessiz kalanlar veya şiddete tezahürat/destek/ilgi gösterenlerle de aynı derecede önem verilerek çalışılmalıdır.
**Genel olarak öfkemizi yatıştırmayı bilmiyoruz: **
Toplumumuzda çok yaygın şekilde kullanılan “Bugün çok sinirliyim, sizden çıkartırım” gibi bir söylem var dilimizde. Ne münasebet, ne hakla o öfke hiç ilgisi olmayan kişilere yöneltiliyor? Önce tüm yetişkinlerin bu soruyu kendilerine sorması gerekiyor, çocuklarda “Anne-babam bugün iş yerinde çok sinirlenmiş o yüzden bu akşam bize de sinirliler” gibi bir fikir oluşturuyorsak, yarın onlara da neye kızarsanız kızın öfkenizi hiç haketmeyenlere de yansıtmaya devam edebilirsiniz mesajı vermiş oluyoruz.
“Üzgünüm” demek “özür dilemek” öğretilmiyor erkek çocuklara:
Genel olarak özür dilemeyi ve hataları onarmayı bilmeyen bir toplumuz ne yazık ki. Ya da defalarca üstüste özürler dileniyor, yeminler ediliyor, hediyeler alınıyor ama aynı davranış yine de tekrar ediyor. Kadınlar da maalesef şiddete tolerans çok yüksek. Erkek çocuklar da kız çocuklar da böyle ortamlarda böyle davranışları görerek büyüyor. Babalar evde eşlerine bağırdığı zaman özür dilemiyor ki, evde küfür veya hakaretler tekrarlandıkça erkek çocuğa ne mesaj gidiyor: “Kadınlara bağırabilirsin”, “Erkek bağırır, hakaret edebilir”, “Kadın /anne sineye çeker, üzülür ama göz yumar ve nasılsa affeder”. Okullarda ise sorun yaşayan çocukları biraraya getirip bir özür diletme pratiği yaygın, ama o özür samimiyetle dileniyor mu, bu konu etraflıca konuşuluyor mu, ne olup bittiği çocuğun zihninde ve ruhsallığında işlenebiliyor mu, asıl orası önemli. Çocuk neyi neden yaptığını gerçekten fark etmedikçe, sorumluluğunu almadıkça, farklı nasıl tepkiler verebileceğini zihninde ele almadıkça bu zoraki özürler pek de amaca ulaşamayacaktır. Çocuklar arasında şiddet olduğunda aileler arasında da genelde gerginlik oluyor, haklı olmak daha öncelikli hale geliyor. Oysa ancak aileler kimin haklı olduğunu bir yana bırakıp şiddet davranışına odaklanıp çocuklarla sağduyulu şekilde konuşabilirse, çocukların da birbirleriyle sağduyulu şekilde konuşabilmelerine model olabilirler. Çocuklar ancak ne olup bittiğini etraflıca dile getirip, ne yaşadıklarını farkedip konuyu “Üzgünüm, iyi misin, özür dilerim” gibi samimi ifadelerle kapatabilirlerse şiddet davranışının tekrarlanmaması yolunda bir adım atabilirler. Aksi takdirde samimiyetle kapanmamış her şiddet olayı daha fazla şiddeti, öfkeyi, hıncı doğuracaktır.
Çocukların şiddetle baş etmek üzere güçlendirilmesi:
Çocuklara ve ergenlere her yaşta devamlı “Kimsenin seni rahatsız etmeye hakkı yok”, “Herhangi bir şekilde şiddete maruz kalıyorsan sesini çıkarmalısın, destek istemelisin”, “Şiddetin hiçbir şekli kabul edilemez” mesajını vermeliyiz. Her çocuğun hayatında ne olursa olsun anlatabileceği, güvendiği, onu koruyup kollayacağını bildiği en az bir iki yetişkin mutlaka olmalıdır.
Şiddetin mazereti, ama’sı olmaz:
Şiddeti kimse hak etmez, ama bakıyorsunuz toplumda hemen her tür şiddet için bir açıklama bulunabiliyor. Şiddet gösteren kişiyi bir şekilde haklı çıkartma çabası olduğu zaman, toplumda bir yandan isyan oluşuyor ama bir yandan da şiddet normalleştirilmiş-kanıksanmış oluyor. Oysa çocuklara erken yaştan itibaren “Kızmakta ve tepki göstermekte %100 haklı olsan bile, üslubun uygun olmadığında, sözel veya fiziksel şiddet gösterdiğinde sen de haksız hatta suçlu olursun. Gerekçende haklı olsan bile şiddet göstermekte asla haklı olmazsın. Sert ve kaba davrandığında, kimse söylediklerinle ilgilenmez, seni anlamaz, haksız duruma düşersin, adabın ve kullandığın dil çok önemli” diye öğretmek lazım. Tabii en önce bizlerin de bunu onlara modellemesi lazım.
Şiddetin/küfrün filmlerle/dizilerle normalleştirilmesi:
Müthiş reklamı yapılan, gişe rekorları kıran bazı filmlerde küfür komiklikmiş gibi gösterilince, ve çocuklara hiç uygun olmayan bu filmlere çocuklar götürüldükçe çocuklara nasıl mesajlar gitmiş oluyor: “Küfür heryerde, küfür günlük hayatta, küfür popüler kültürün bir parçası, küfretmek ve kaba saba davranışlar çok komiktir, küfür erkeksidir ilgi çekicidir, insanlar küfür duymak için üzerine parar verir ve bu sahnelerle eğlenir”. Buna benzer şekilde +18 olması gereken dizilerin toplumumuzda ailecek izlenmesi de ne yazık ki epey yaygın.
Bilgisayar oyunları ve şiddet:
Tüm bilgisayar oyunları risklidir, çocuklar bilgisayar oyunlarından uzak tutulmalıdır diye birşey elbette söyleyemeyiz. Ancak, yaş sınırı boşuna konmuyor ve biliyoruz ki bazen bu yaş sınırı bile o oyunun çocuğumuz için uygun olup olmadığını belirlemekte yetersiz kalabiliyor. Şiddet içeren oyunlardan her çocuk aynı şekilde etkilenmiyor, her şiddet içeren oyun oynayan çocuk mutlaka şiddet gösterecek diye birşey kesinlikle yok. Çocuklarımızın yaşı, oyunlarda ne kadar vakit geçirdiği, gerçek hayatla sanal ortam arasında ayrım yapıp yapamadığı, oyunları kimlerle oynadığı, oyunlardan nasıl etkilendiği vs hepsi her çocuk özelinde değerlendirilmeli. Hiç şiddet içermeyen bir futbol bilgisayar oyununda dahi eğer bir çocuk gerçek hayatta sanal oyundaki gibi faul yapıp arkadaşını düşürüp, gerçek bir insanın canını acıttığını fark etmeden onu umursamadan, “Nasıl kaydırdım ama, nasıl düşürdüm ama” diye sanal oyunlardaki gibi bir zafer sevinci yaşıyorsa bu çocuğun sanal dünyadan olumsuz etkilendiğini söyleyebiliriz, ama başka bir çocuk, “Sanal oyunda ben de kayıyorum ama gerçek futbolda öyle kayarsam hem çok kötü düşerim hem kırmızı kart yerim” diyebiliyorsa, bu o çocuğun oyunla gerçek hayat arasında makul bir ayırım yapabildiğini gösterir. Çocukların oyunlarla ilişkisini yakından gözlemlemek, oyun içeriklerini ve yaş sınırlarını, çocukların oyunları kimlerle oynadıklarını muhakkak çok iyi takip etmek büyük önem taşımaktadır.